Haber

Sezai Temelli: “Yargı paketi getiriyorlardı, getirdikleri her paket Türkiye’yi hukuktan uzaklaştırıyordu”

DEM Partisi Kümelenme Başkan Yardımcısı Sezai Temelli, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; “8’inci yargı paketini yargı reformu olarak tanımlıyorlar. 7 paket getirdiler, 8’i geliyor. Her paketten sonra Türkiye’de adalet sistemi daha da çöktü, Türkiye hukukun üstünlüğünden daha da uzaklaştı. Reform ihtimali yok. bu gelen paket de” dedi. HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ın belediye başkanlığı adaylığına ilişkin Temelli, “Tabii ki Başak Hanım’ın başvurması bizim için sevindirici bir durum. Değerlendirmeyi kurulumuz ve MYK yapacak.”

DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Temelli, hükümetin hazırladığı yeni yargı paketini eleştirerek, partisinin yerel seçim faaliyetleri hakkında da bilgi verdi. Temelli şunları söyledi:

ÖNSEÇİMLERLE TÜRK DEMOKRASİSİNDE DEVRİMCİ BİR ADIM ATTIK”

“Öncelikle partimizin yerel seçimler için yaptığı önseçimler konusuna kısaca değinmek istiyorum. Büyük bir kısmı geçen hafta tamamlandı, çok küçük bir kısmı da bu hafta tamamlanıyor. 90 merkezde 100 binin üzerinde katılımla ön seçim. Aslında ön seçim çok daha fazlası. Onun da ötesinde Türk siyasetinde değerli iz bırakan iki haftayı geride bıraktık. Bildiğiniz gibi tek adamlık. Türkiye’de siyasetin tekçiliği ve vesayeti, Türk siyasetinin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Bu ön seçimlerle aslında Türk demokrasisi için çok değerli bir adım attık. Devrim niteliğinde bir adımdır. Abartmıyorum. Eğer öyle diyorsam: Bunun önümüzdeki dönemde Türk siyasetinde değerli izler bırakacağını, değerli girişimlere yol açacağını da söyleyebilirim.

“UMARIM DİĞER PARTİLER ÖNSEÇİMİN SUNDUĞU RESMİ ÇOK İYİ TAKİP ETMİŞTİR”

Bu anlamda gurur duyuyoruz. Prestijli sonuçlarıyla çok değerli gelişmeleri ön plana çıkaracağına eminiz. Bir yandan demokrasi açısından önemli bir adım ama diğer yandan son 5 yılda yaşanan kayyum rejimine de değerli bir yansıması var. Halkımız büyük bir katılımla iradesini bir kez daha ortaya koydu. ‘Kayyum istemiyoruz, kayyumlara mahkum değiliz, şehrimizi ve kendimizi yönetmek istiyoruz’ dedi. On binlerce kişi demokratik siyasete yansımasını büyük bir şölenle gösterdi. Umarım Ankara bu durumu gerektiği gibi takip etmiştir ve diğer partiler de bunu takip etmiştir. Bu durumdan gerekli dersleri çıkaracaklarını umuyorum.

ADALET BAKANI CAN ATALAY KARARINDA TARAFINI AÇIKÇA BELİRTTİ”

Ne yazık ki Türk demokrasisinin önündeki en önemli engellerden biri Türkiye’nin giderek hukuktan ve adaletten uzaklaşmasıdır. Bunun son örneğini Adalet Bakanı’nın talihsiz açıklamalarında bir kez daha gördük. Adalet Bakanı, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında bir çatışma ve çatışma olduğundan söz ediyor. İki mahkemeyi birbirine eşitliyor. Ancak bildiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın gereklerini yerine getiriyor ve kararlarında Anayasa Mahkemesi kararlarının tartışılmaz olduğunu, herkesin Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak zorunda olduğunu çok açık bir şekilde belirtiyor. Anayasayı beğenmeyebilirsiniz, değiştirmek isteyebilirsiniz ki bu Meclis’in görevidir ve toplumun uzlaşmayla elde edeceği bir durumdur. Bu konuda rastgele bir mahkemenin karar vermesi mümkün değildir. Sayın Can Atalay ile ilgili bu tartışmalar devam ederken Adalet Bakanı da bu konuda tarafını açıkça beyan ediyor. Sanki iki mahkeme arasında bir çelişki var ve bu çatışmanın çözülmesi gerekiyormuş gibi Meclis’e işaret ediyor. Meclis bu konuda adım atabilir. Ancak atacağı adım Anayasa’ya aykırı bir akılla değil, ülkenin asıl beklediği şey anayasa meselesiyle ilgili atacağı adımdır. Ah, bunu göremiyoruz. Adalet Bakanı burada kalmıyor, Demirtaş ve Kavala kararlarını gündeme getiriyor. AİHM kararlarını eleştiriyor ve bunların siyasi karar olduğunu söylüyor. O izlemiyor. Hem Plan ve Bütçe Komisyonu’nda hem de Genel Kurul’da Dışişleri Bakanı’nın yaptığı açıklamalar var. Dışişleri Bakanı, “Demirtaş ve Kavala kararına siyasi yaklaşımımız var” dedi. Meseleye siyasi açıdan yaklaşan da bu iktidardır. AİHM aslında AİHM’nin gerektirdiği şekilde orada kararlar vermiş ve bu kararlar bağlayıcıdır. Anayasa 90’a göre bağlayıcıdır. Adalet Bakanı, AİHM kararlarına karşı çıkarak bir kez daha Anayasa’yı ihlal ediyor. Peki bunlar neden ortaya çıkıyor? Bu talihsiz açıklamaların nedeni artık Türkiye’de adaletten, hukukun üstünlüğünden bahsetmenin mümkün olmamasıdır.

“GİRİLİR YARGI PAKETİNDE REFORM OLASILIĞI YOK”

Dolayısıyla Adalet Bakanı durumu kurtarmak için adeta bir kılıf hazırlıyor. 8’inci yargı paketini hayata geçirdiklerini söylüyor. Bunu yargı reformu olarak tanımlıyorlar. 7 paket getirdiler, 8’i geliyor. Her paketten sonra Türkiye’de adalet sistemi daha da çöktü ve Türkiye hukukun üstünlüğünden daha da uzaklaştı. Bu gelen pakette reform ihtimali yok. Yargıdaki sorunların artmasının nedeni yargının siyasallaşmasıdır. Bunlar iktidarın muhalefetin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi asılı kalmasından kaynaklanan sorunlardır. Aslında Türkiye’de yargıyla ilgili atılacak adımlar var ama Adalet Bakanı’nın da söylediği gibi Türkiye’de yargı bağımsız değil. Yargı son derece bağımlı, taraflı ve siyasallaşmış durumda ve bunun derhal durdurulması gerekiyor. Buna son vermediğimiz sürece adalet sistemindeki bu çöküş ülkeyi büyük felaketlere sürüklemeye devam edecek. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini yaşatmak adına adalet sisteminin çökmesi aslında ülkedeki büyük sorunların kaynağıdır.

“MERKEZ BANKASI VE MERKEZ BANKASI BAŞKANI İSTİKRARSIZLIK YAŞIYOR”

Bir diğer önemli konu ise elbette ekonomi. Ekonomi dediğimizde bir taraftan Merkez Bankası’na, diğer taraftan Hazine’ye bakıyoruz. Her ikisinde de gerçekten bir ciddiyet eksikliği görüyoruz. Pek çok ekonomik krizin, pek çok ekonomik sorunun ortasında bu ciddiyetsizlik aslında yaşadığımız sorunları anlatması açısından değerli bir fotoğraf. Merkez Bankası Başkanı ortalıkta görünmüyor. 20 gün oldu. Merkez Bankası Başkanı ile ilgili birçok haber ve yorum var. Bırakın bunları cevaplamayı, o yok. Üstelik Merkez Bankası’nın neden özerk olması gerektiği bugün daha net anlaşılmıştır. Merkez Bankası bağımsız olunca başka sorunlar yaratıyor, siyasete bağlanınca başka sorunlar yaratıyor. Merkez bankaları özerk olmalı, kontrole açık olmalı ve dolayısıyla bu özerklik sayesinde siyasetten ve piyasalardan uzak durabilmelidir. Merkez Bankası’nın bir taraftan siyasete, diğer taraftan uluslararası finansa bağımlı olduğu ortaya çıktı. Merkez Bankası’nın başına atanan kişiler liyakatle değil, böyle bir atama anlayışıyla geliyor. Bu akılla bu ciddiyetsizlik ortaya çıkar. Bugün para piyasalarında para politikasının ne olacağı tartışılmaktan ziyade Sadık Efendi’nin varsayımları ve Merkez Bankası Başkanı’nın ailesiyle ilgili konular tartışılıyor. Ama ciddi bir enflasyonla mücadele programı duymuyoruz. Öngörülerde bulunamayan, aynı zamanda istikrarsızlığı körükleyen bir Merkez Bankası ve Başkanı ile karşı karşıyayız.

“KURTARMAYA DEFTERİN SON SAYFASINDAN DEĞİL, SARAYDAN BAŞLAYACAKSINIZ”

Hazine farklı mı? Sayın Şimşek’in açıklamalarına baktığımızda aynı sıkıntıları, aynı sorunları, aynı ciddiyetsizliği orada da görüyoruz. Bütçe felaketi var. Bu felaketin 2023 resmi zaten bize 2024 yılının nasıl olacağını gösteriyor. 2023 yılı bütçe açığı tahmini 700 milyar lira civarında, hatta 700 milyonun altındaydı. Daha sonra 1.120 trilyonluk ek bütçe yapıldı. ve sarsıntı için ek bütçe ayrıldı. Bu bütçenin üçte ikisi kaynaklarını depreme ayırdı. O ek bütçe 2023 yılı ortasında denk bütçe olarak yapılmıştı. Denk bütçe yapılsaydı bütçe açığının 657 milyar lirada kalması gerekir. Ama neredeyse iki katına çıktı. 1,4 trilyonluk bütçe açığı oluştu. Daha da vahimi, faizler düşüldükten sonra oluşan açık, ilk baştaki 675 milyar liranın üzerinde, 700 milyar lira oldu. Felaket bununla bitmiyor. 2024 yılı için ilk bütçe açığı tahmini 2,7 trilyona çıkıyor. Yani 2023 yılında bütçe açığı iki katına çıkacak. Bu bütçeyi nasıl finanse edeceksiniz, bu açığı nasıl finanse edeceksiniz diye sorduğumuzda Sayın Şimşek Genel Kurul’da cevap veremedi. Artık cevap vermeye başladı ve ‘para biriktirmeliyiz’ diyor. ‘Defteri son sayfasına kadar kullanıyorum’ diyor. Tebrikler! Kitapları son sayfasına kadar kullanırsak, valiler kahveyi kesse, terfiyi durdursa, işe araba yerine atla gitse 2,7 trilyon dolar tutar. Artık Şimşek’in ufku bu. Sayıları bilmediğinden değil, bence çok iyi biliyor ama algı hakim. Yani Fahrettin Altun’dan gerekli dersleri aldı. Sayın Şimşek, 2,7 trilyonluk bütçe açığını kapatmanın yolu tasarruftan geçiyor ama nereye tasarruf ettiğiniz önemli. Sana söyleyeyim. Saraydan başlayacaksınız. Sarayda tasarruf edeceksiniz. Kamu-özel ortaklıklarını görüşüp bu konuyu yeniden değerlendirip bu konudaki ödemelerde tasarruf yapacaksınız.

“İŞSİZLERİ DESTEKLEMEK İÇİN OLUŞTURULAN FON, İŞVEREN DESTEK FONUNA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ”

İşte torba yasa Meclis’e geliyor. Torba yasaya baktığımızda toplumun nasıl bir yoksulluğa katlandığını, ne gibi maliyetlerle karşı karşıya olduğunu görmek mümkün. TÜİK’in onayına rağmen enflasyon tahminlerinin gerçekleşmediği, döviz kurlarının her türlü baskıya rağmen sabit tutulamadığı, Ocak ayı başlarında Orta Vadeli Programdan ciddi sapmaların yaşandığı bir ortamda, destek olarak torba kanundan sermaye desteği ortaya çıktı. 40 milyarlık sermaye desteği 57 milyara çıkıyor. İşsizlik Fonu çalışan başına 500 liradan 700 liraya kadar destek sağlıyor. İşsizlik Sigortası Fonu işsizleri desteklemek için oluşturulmuş bir fon, ancak işverenlere yönelik bir destek fonuna dönüştü. Torba yasaya baktığımızda emekliler de var. Emeklilikte büyük adaletsizlik var. EYT ile birlikte bu adaletsizlik daha da arttı. Stajyerler, çıraklar ve bunların çalışma günleri sayılmadı. Prim ödemelerine rağmen sayılmadı. 1 milyondan fazla kişi bu haktan yararlanamadı. Bugün emeklilerle birlikte 16 milyon civarında emekli var. Ancak çoğu açlık sınırının altında ücrete mahkum ediliyor. Asgari emekli maaşı 10 bin lira, asgari ücreti 17 bin lira oldu. Şu anda açlık sınırı 15 bin lira, yoksulluk sınırı neredeyse 50 bin lira. Asgari emekli maaşının 10 bin lira olması aslında 6 milyon emeklinin gelirinin çok altında yaşamaya mahkum edilmesinden başka bir şey değil.

“İNCİL KANUNU TOPLANTILARINDA ÇALIŞANLAR VE EMEKLİLER LEHİNDE ÖNERİLERDE BULUNACAĞIZ”

Öte yandan yüzde 37 civarında olan emekli maaşı artışı yüzde 42’ye çıkarıldı. Bu yüzde 5’lik artış, emeklilere bir seçim döneminde artış sağladı. Ancak bu artışın karşılığı yok. Asgari fiyat görüşmelerinde taban fiyatın yoksulluk sınırının yarısı kadar olması gerektiğini söyledik. Bugün yoksulluk sınırı neredeyse 50 bin lira. Yani taban fiyatı 25 bin lira olan dört kişilik bir ailede iki kişi yoksulluk sınırında çalışırsa geçinmeye yetecek ücreti alacak. Asgari emekli maaşının bu seviyede olması gerektiğini savunduk ama maalesef asgari emekli maaşı 10 bin lira. Bu önemli anlamda Türkiye’deki yoksulluğa işaret ediyor. Hem çalışan yoksulluğu, hem emekli yoksulluğu, hem kadın ve çocuk yoksulluğu. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde aslında bu ekonomi politikalarının yarattığı maliyeti görüyoruz. Torba yasaya karşı değerli bir muhalefetimiz var. Plan ve Bütçe görüşmelerinde bunu dile getirdik, tekliflerimizi yaptık. Ancak sermayeyi desteklemekten başka amacı olmayan AKP-MHP gruplarının kararıyla yaptığımız teklifler reddedildi. Bu hafta genel kurulda da aynı durumu hep birlikte yaşayacağız. Yine emekliler ve çalışanlar lehine bir önerge vereceğiz. Göreceksin; O güçlü sermaye ittifakı olan AKP-MHP grupları bu önerileri reddedecektir.

“AKDENİZ’DE KIYILARDA YIKANAN CESETLER ARAŞTIRILMALI”

Bildiğiniz gibi Akdeniz’de kıyıya vuran ceset sorunu var. Fiziksel bütünlüğünü kaybetmiş cesetler var. Ciddi araştırmaların yapılması ve bir an önce yapılması büyük önem taşıyor. Bu insanlar nasıl hayatını kaybetti, nasıl bu duruma geldiler? Kuşkuların yoğunlaştığı yer elbette mülteci meselesidir. Akdeniz’de tekneler mi batıyor? Yoksa bu insanlar organ ticareti, insan kaçakçılığı gibi mafya süreçleri sonucunda öldürülüp denize mi atıldı? Bunlar bilinmiyor ama bu konuda çok ciddi şüpheler var. Bu ele alınmalıdır. Türkiye’nin de gitmesi lazım. Buradan uluslararası kamuoyuna bir çağrı yapıyoruz. Sorunun ele alınması gerekiyor. Mülteci sorunu var. Türkiye’de mültecilere yönelik nefret söyleminin arttığını da biliyoruz. Dolayısıyla bu anlamda büyük riskler taşıyor. Türkiye’de Kürt düşmanlığı, mülteci düşmanlığı adeta aşırı sağın ve ırkçıların beslendiği bir alana dönüştü. Dün Almanya’da bu konuyla ilgili çok önemli bir miting vardı. “Naziler dışarı” diyerek bir araya gelen halk, mülteci ve sığınmacılara destek verdi. Burada diyoruz ki, Almanya’da nasıl Naziler istenmiyorsa, biz de burada ırkçıları istemiyoruz. Mülteci sorununun demokratik bir anlayışla ve uluslararası temelde çözülmesi bu insanların hayatlarını kurtarabilirdi. Ancak bugünden sonra atılacak adımların da önemli olduğunu düşünüyoruz.”

Açıklamanın ardından basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Temelli, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığına ilişkin açıklamasına ilişkin şunları söyledi:

“Bölgede ön seçim yaptık, batıda da bir aday havuzu oluşuyor. Tüm aday başvurularını kurulumuz alacak ve hem merkez hem de yerel komitelerimizde, Merkez Yönetim Kurulumuzda ve Başbakanımızda değerlendirmeler yapılacak. Başak Hanım’ın başvurması elbette bizim için sevindirici. Herkesin bu havuza başvurmasını istiyoruz. Ancak değerlendirmeyi komisyonumuz ve MYK yapacak.”

Temelli, yerel seçimlerde CHP ile işbirliğine ilişkin soruyu şöyle yanıtladı; “Komitemiz tüm olasılıkları değerlendiriyor. Eş Başkanımız Sayın Tuncer Bakırhan bu konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Güçlerimizi birleştirerek kazanabileceğimiz yerlere göre bir ağırlaşma olacak. Komite çalışmalarımız kamuoyuna açıklanacak. Oradaki asıl belirleyici durum Eş Başkanımızın açıkladığı kriter, güç birliği yaparak kazanabileceğimiz yerler. “Neden işbirliği yoluyla ortaklık olmasın?” dedi.

halkapinar-ajans.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort